İyi bir öğrenci misiniz? Okulu çoktan bitirdiniz belki de. O zaman sizi okul sıralarına götüreyim bu yazı ile biraz. Öğretmeninizi çok sevmişsinizdir umarım, dilerim çok iyi bir öğretmeniniz olmuştur. Bilgisine, görgüsüne, size yaklaşımına, eğitimine hayran olduğunuz birisi, hayatınızı iyi şekillendiren, size örnek olan birisi. O zaman çok şanslı sayarsınız kendinizi. İyi ki onun öğrencisisinizdir. Peki o taptığınız öğretmeniniz sizden bilime katkı sağlamanızı istese ona yardımcı olur musunuz? Üstelik de bundan iyi bir miktar para kazanacağınızı söylese katılır mısınız bilimsel çalışmasına? “Ya bu ne biçim soru, kim katılmaz ki” dediğinizi duyuyorum haklı olarak. Herkesin kazandığı bir durum, bilime katkı sağlamak var, sevdiğiniz birisine yardım etmek var, üstelik de para kazanmak var işin içinde. Buraya kadarki kısmı kolay elbet, buna herkes hiç düşünmeden “tabi ki katılırım” cevabını verir. Ancak durumu biraz daha karmaşık hale getirsem ve o hayran olduğunuz öğretmeninizin sizden birisinin ölümüne yol açabilecek bir deney tasarladığını söylesem? Yok yok durun panik yapmayın, yine bilim uğruna, insanlık uğruna… Ya da panik yapın, karar sizin. Bilim uğruna, milyonların yararına bir tek kişinin bile canının yanmasının doğruluğuna siz karar verin. Karar hep sizin. 

Dün akşam, 27 Mart Dünya Tiyatrolar gününde enfes bir oyun izledim. “Şiddet Dersi” Valentin Krasnogorov yazmış, Eray Eserol çevirmiş. Çevirmiş demek fazlasıyla hafif kalır oyundaki Türkçenin muhteşemliğine bakılınca. Aynı zamanda oyunu da yöneten Eserol’un yönettiği için mi dili bu kadar güzel kullandığı ve tüm duyguları sanki eser Türkçede yazılmış gibi izleyiciye aktarabildiğini, yoksa çevirdiği için mi bu kadar harika bir eser ortaya koyduğunu bilmiyoruz. Ancak ortaya muhteşem bir sonuç çıktığını biliyor, görüyor, duyuyor ve hissediyoruz. Oyuncuların da hakkını teslim edelim, çünkü fazlasıyla hak ediyorlar. Asena Melikoğlu, Burçin Sezen, İrfan Buzcu, Kıvanç Bozkır öyle güzel ve inandırıcı oynuyorlar ki, yer yer sahneye çıkıp sarılıp öpesiniz geliyor “işte bu” dediğiniz için, yer yer de çıkıp bir tokat atasınız “kendine gel, ne yapıyorsun sen” kızgınlığı ile. Velhasıl tam da 27 Mart’a yakışır muhteşem bir oyun izledim dün akşam, tadı damağımda kalan. Bir daha bir daha izleyip, bir daha bir daha düşünecek pek çok konu vardı oyunda. Tabi ki anlatmayacağım ne olup ne bittiğini, oyunun içindeki olayları ve kişisel ilişkileri, hem zaten istesem de aynı güzellikte anlatamayacağım için, hem de izleyince sizde kalacak olan tadı bozmamak için. Dilerim ilk fırsatta izleyip ne demek istediğimi anlarsınız.

Peki ben neden anlatım şimdi tüm bunları? Oyunun reklamını yapmak için değil elbette, ayrıca yazıda gizli bir reklam varsa da fazlasıyla hak ediyorlar. Bir eğitimci olarak konuşulacak, üzerinde düşünülecek, sorgulanacak pek çok konu vardı eğitimle ilgili oyun içinde. Eğitimin amacının ne olduğundan başlayarak sorgulamaya başlamamız gereken. Sanırım bu en önemli soruya vereceğimiz cevap eğitimin nasıl verilmesi gerektiğini, öğretmen ve öğrencinin rolünün ne olması gerektiğini, öğretim yöntemlerimizi ve amacımıza ulaşıp ulaşmadığımızı nasıl değerlendirmemiz gerektiğini belirleyen temel cevap olacak. Biz bireyleri ne için eğitiyoruz? Sorgulayan, kendi sorumluluğunu alabilen, özgürce karar verebilen bireyler mi yetiştirmek istiyoruz, her dediğimizi yapan, kolayca yönetebileceğimiz, istediğimiz gibi şekillendirebileceğimiz bireyler mi? Elbette ki ilk gruptaki bireylere sahip olmak istiyoruz toplum olarak değil mi? Emin miyiz? Gerçekten emin miyiz? İstediğimiz bireyleri yönetmenin ne kadar zorlayıcı olabileceğini düşününce iktidarların aksi türlüsünü yıllardır neden sürdürdüğünü anlamak çok da zor değil aslında. Ancak yönetebileceğiniz, düşünmeden yoksun bir toplulukla çok yol kat edemeyeceğimiz de gün gibi ortada, yol kat etmek istiyorsak tabi ki…

İktidarların ne istediğini bilmem, ancak gençlerin ne istediğini çok iyi biliyorum. Onlar artık sorguluyorlar, birlik oluyorlar, hak ettikleri daha iyi hayat şartlarında yaşamak istiyorlar, köleler gibi çalıştıkları, sadece itaat etmelerinin beklendiği bir sistemde yaşamak istemiyorlar. İnsanca yaşamak istiyorlar. Bunun için de onlara sunacağımız eğitim sisteminin tam da hak ettiklerine ulaşmalarını sağlayan, yol gösteren bir sistem olması gerekiyor. Öğretmenin ne yaptığını bilen, kendini otorite değil öğrenme ortamının bir ortağı olarak gören bir birey olması gerekiyor. Kendinden, bilgisinden ve yaptığından öyle emin olmalı ki zaten bir otorite gibi hissetmeye ihtiyaç duymamalı. O birlikte öğrenmekten keyif alınacak ortamı yaratabilmeli ki en çok kendi mest olmalı bu ortamda bulunmaktan, en çok kendi gözlemlemeli, en çok kendi öğrenmeli. Onun için de tüm bunları yapabilmesini, okumasını, bir tiyatro oyununa, bir operaya, bir sergiye rahatlıkla gidebilmesini sağlayacak ekonomiyi ve zamanı düşünmeden bir hayat sürdürebilmesini sağlamalıyız ki ertesi gün sınıfta yapacağı etkinlikleri nasıl daha güzel planlayabileceğine odaklanabilsin. 

Topluma sunduğumuz eğitimin önemi hayatımızın her sahnesinde karşımıza defalarca çıkıyor. Kimse görmeyince de doğru olduğunu düşündüğümüzü yapma kararını verebilmede, kazanacağımız para ile etik olup olmadığına karar veremediğimiz durumlar arasındaki seçimlerimizde. Bazen büyük kararlarda, bazen de elimizdeki sakızın kağıdını yoldan geçerken yere atıvermek gibi küçücük olduğunu düşündüğümüz kararlarda. Elliot Aronson ve Carol Tavris’in Hatalar Psikolojisi kitabında pek çok gerçek örnekle açıkladığı gibi bazen hata yaptığımızı bile bile onu açıklayacak kendimizce çok geçerli gerekçeler bulabiliriz, bazen ise yaptıklarımızın hata olduğunu bile kabullenmeyiz, hatta daha da ileri gidip karşımızdakini suçladığımız bile olur.

“Şiddet Dersi” oyunu bana bir eğitimci olarak pek çok şeyi bir kez daha sorgulattı. Her birimizin sorgulaması gereken, düşünüp tartışması gereken pek çok ders var eğitime dair. Dersimizi almadığımız sürece de aynı kısır döngüde dönüp duracağız. Biz dönüp dururken gençlerimiz her şeye rağmen ilerleyecek bundan hiçbir kuşkum yok. O halde gelin hep birlikte ilerleyelim, hep birlikte sorgulayalım, hep birlikte öğrenelim, hatta öğrendiklerimizi unutup yeniden öğrenelim. Onların önlerini açalım ki verdikleri her bir kararın aslında kendi seçimleri olduğunu, aslında özgür olduklarını idrak edebilsinler. Hayatın seçimlerimizden ibaren olduğunu bilsinler ki kendilerini “ben hayatıma bundan sonra nasıl devam edeceğim” noktasına getirecek seçimleri yapmadan, sorumluluğu kimseye atmadan şekillendirebilsinler hayatlarını. Oyunun içinde geçen her cümle üzerinde uzun uzun düşünülecek, konuşulacak, yazılacak fikirlerle dolu, ben size eğitimin gerçekten amacının ne olduğunu sorgulayarak ve kendimize dürüst cevaplar vererek başlayalım diye öneriyorum. 

Sahi çok sevdiğiniz öğretmeniniz sizden birisinin canını yakmanızı istese bunu yapar mıydınız? İyi de o çok sevdiğiniz öğretmeniniz bunu sizden neden istesin ki?